Yoldan arabalar vızır vızır geçmekte. Alt geçitten gelen arabalar tüneli süratle geçtikten sonra çıkışa doğru yavaşlamakta. E mecburen yavaşlayacaklar aksi halde önlerindeki araca çarparlar. İnsanlar yine biryerlere gitmekteler. Hava günlük günşelik. Antalya’nın yaz mevsiminden klasik bir gün. Havada bir tane bulut zerresi yok. Güneş tepede ama nedense kimse terlememiş. Herkes normal, hava sıcaklığı normal. Kimsede bunalmaktan eser yok. Tabi bende de. Güllüğe biraz daha yolum var ama olsun. Giderim.

– Buğraaaaaaaa!

Bu kim ya? Tanıdık bir ses. Biraz uzaktan geliyor ama çok tatlı bir ses. Ömrümün sonuna kadar unutmayacağım bir ses. Arkama dönmemem gerektiğini biliyorum ama emin değilim. Acaba o mu? Emin olmak için dönüp bakıyorum. İşte o. Yine o. Kahrolasıca el sallıyo. Şimdi de bana doğru koşuyo. Ne yapacağım? Dönüp arkamı gideyim mi? İyice yaklaştı. Dönüp gitsem ne olacakki? Omzumdan tutup çevirecek beni. Elini omzumdan çekmesi için bile elimi onun eline değdiremem. Elim taş kesilip öylece kalabilir. İşte geldi dikildi karşıma.

– Nasılsın?

Nasıl mıyım? Nasıl MIYIM? Bunca aradan sonra nasıl mıyım? Nasıl olabilirim ki? Nasıl olmamı bekliyorsun ki? Hiç nasıl olduğumu düşündün mü şimdiye kadar?

– Git başımdan!

Şeklinde bir cümle belli belirsiz ağzımdan çıkarken arkamı dönüp ilk adımı atıyorum. Omzumdan tutuyor ve beni çeviriyor.

– Konuşmamız lazım.

– Seninle mahşerde konuşacağım.

– Buğra beş dakika oturalım bi yerde nooolur.

Bu yalvarmaya kimse hayır diyemez. Hiçbirşey demeden öylece bakakalıyorum. O da anlıyor zaten ve hemen koluma girip yürümeye başlıyoruz. Derken nasıl olduysa birden güllüğe gelmişiz ve çoktan kolaları söyleyip kaldırım üzerinde cafenin az ötesinde bir masaya oturmuşuz. Kolalar önümüzde. Pipetleriyle beraber. Onun pipeti ona benim pipetim bana çevrilmiş. Belki de ikimiz de birer yudum almışızdır kolalarımızdan ama emin değilim. Birşey içip içmediğimi hatırlamıyorum ama bunun ne kadar önemsiz olduğunu anlatamam. Ee ne diyecek bu şimdi? Niye getirdi beni buraya? Niye beni incittiğini mi anlatacak? Bana çektirdiği acıların artık son bulduğunu mu söyleyecek? Söylediği yalanların sebebini mi açıklayacak? Eğer öyle yapacaksa bu günlerce sürebilir. Malum üç lafından ikisi yalandı. Tabi bu yalanların farkına çok sonradan vardım ama olsun. Bizde jeton geç düşer ama düşer. Bu defa çoook geç düştü ama olsun. Zaten yüzünü görmeye de dayanamıyorum. Beş dakikadan fazla durursam yağ gibi eriyebilirim.

– Neden benimle konuşmuyorsun?

Ne diyeyim? Ne dersem diyim üste çıkacaksın. En haksız olduğun durumda bile ne edip edip üste çıkıyordun sürekli. Sana karşı kim haklı olabilir ki? Sen yine beni ikna edeceksin yine beni kandıracaksın. Sorularıma ya geçiştirerek cevap vereceksin ya da susarak “buğra fazla ısrar etme işte da bak karşındayım” diyeceksin. Suskunluğun ve başını eğişinden başka ne anlam çıkar ki? Sonuç olarak yine sen haklısın. Değişmezsin ve bunu ne ben ne de başkası yapamaz. Herşeye verecek cevabın, uyduracak kılıfın var. Lafı evirip çevirmeyi öğrenmişsin ama lafla peynir gemisinin yürümeyeceğini öğrenememişsin.

– Neden konuşayım?

O dudak büzüşü yok mu? Öldürür adamı. Sen engizisyondan hüküm giymiş olsan ve senden önce bin kişiyi oraya çivilemiş olan cellat ben olsam o dudak büzüşün hatrına çiviyi kendi ellerime çakardım. Allah belanı versin. Bana neler yazdırdın.

– Seni ancak rüyamda ya da hayallerimde görebilirim. Bu dünya gözüyle başka hiçbir yerde göremem. Şimdi defol.

Oooof 🙁 Yine sabah olmuş.


Emir Buğra KÖKSALAN

Java And PHP Developer

0 yorum

Bir yanıt yazın

Avatar placeholder

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.